Değerli basın mensupları, kıymetli halkımız; bugün 21 Eylül. Bu tarih, Birleşmiş Milletler’in ilanıyla, Dünya Barış Günü olarak her yıl idrak ediliyor. Yine bu tarih, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun oy birliğiyle, 2001’de şiddetsizlik ve ateşkes dönemi olarak belirlendi. Böylece, insani yardım erişimine ve özellikle, savaş ve şiddetin yokluğuna adanmış bir gün olarak ele alındı.
2000’li yılların başından bu yana devam eden Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme müdahaleleri, ABD’nin asılsız iddiaları ve sözde demokrasi bahaneleriyle Irak ve Afganistan’ı işgali ile başlamış, Mısır’ın darbe hükümetiyle etkisizleştirilmesi, Libya’nın, Suriye’nin istikrarsızlığa itilişi de bölgede kurulmak istenen Büyük Ortadoğu Projesi’nin birer adımları olmuştur. Geçtiğimiz 24 yılda, tüm dünyanın gözü önünde milyonlarca sivil insan katledilmiş, insan haklarına aykırı türlü işkencelere maruz bırakılmış, temel hak ve hürriyetlerinin gaspına göz yumulmuştur. İnsanlık onurunu ayaklar altına alan işkencelerin merkezi Ebu Gureyb’in, Guantanamo’nun sarsıcı izleri hala yüreklerimizdedir.
20. yüzyılın ortalarından, bugün 21. yüzyılın ilk çeyreğini geçirdiğimiz zaman içerisinde, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar, yaşanan tüm hak ihlallerine, katliamlara, toplu kıyımlara, savaş suçlarına karşın, rapor yayınlamaktan, kınamaktan, açılan davaları siyasi baskılarla geri çekme iradesizliği göstermekten öteye geçememiştir. Sonuç olarak, suç sahiplerine yaptırım oluşturacak ve benzeri hadiselerde caydırıcılığı sağlayacak uluslararası adalet düzeni kurulamamıştır.
Bugün, İsrail işgal hükümetinin Gazze’de 1 yıldır devam ettirdiği, tüm dünya halklarını ayağa kaldıran soykırımla insanlık tarihi, barbarlığın, vahşiliğin, ırkçı zorbalığın, insan hatta canlı düşmanlığının aşağılık yüzüne bir kez daha tanık olmaktadır. Filistin topraklarında, zorunlu göçün yanı sıra, yağma ve katliamların simgesi olan ‘Büyük Felaket’ Nekbe’den bu yana geçen 76 yıl, adım adım İsrail işgalinin önümüzdeki apaçık delilidir. O tarihten bugüne, Filistin duyarlılığı, dünya halklarının vicdanında her zaman büyüyerek merkeziliğini korumuştur. Teolojik varsayımlara sahip Siyonist ideolojinin, İnsanlığı köleleştirmeye yönelik bu işgal hareketinin destekçisi başta ABD olmak üzere tüm işbirlikçi devletlerin ajandaları, toplumların istediği ve beklediği barış dünyasına beyaz ve siyah kadar zıttır.
Gazze’de 350 günde, 16 bini aşkın çocuk olmak üzere, 41 bini aşkın sivil insan şehit edilmiştir. İsrail saldırıları nedeniyle nüfusun yüzde 90'ı yerinden edilerek göçe zorlanmış, birçok Filistinli temel ihtiyaçlara erişmekte güçlük çektiği çadırlarda yaşamak durumunda kalmıştır. Yaralananların tedavisi çok kıt şartlar altında yapılmakta, hatta narkoz dahi olmadan gerçekleşmektedir. Yayınlanan raporlara göre; 34 bini aşkın çocuk yaralanmış, 3 bin 600 çocuk ise enkaz altında kaybolmuştur. 1.500 civarında çocuğun ellerini, ayaklarını ya da gözlerini kaybettiği veya kalıcı sakatlık yaşadığı belirtilmiş, en az 200 çocuğun ise işgalciler tarafından kaçırıldığı, 17.000 civarında çocuğun yetim kaldığı, bunların yüzde 3'ünün anne ve babasını kaybettiği ve 700.000'den fazla çocuğun ise zorla yerinden edildiği bilgisi paylaşılmıştır. Yine yaklaşık 650.000 Filistinli çocuk, işgal rejimi tarafından yakılıp yıkıldıktan sonra evlerini kaybetmiş, saldırılar nedeniyle 625 bin çocuk okulu bırakmak zorunda kalmıştır. Gazze'deki çocukların %98'inin güvenli içme suyuna erişimi olmazken, günde ancak üç litreden az suya erişimleri vardır. Kronik hastalıklara sahip 3 bin 500 Filistinli çocuk, yetersiz beslenme ve gerekli tıbbi bakımın sağlanamaması nedeniyle ölüm riskiyle karşı karşıyadır. Anne karnındaki 60.000 bebek, bomba ve patlayıcıların etkisiyle ölüme veya doğum kusurlarına maruz kalmaktadır. 82.000 çocukta %35'i şiddetli olmak üzere yetersiz beslenme belirtileri görülmüştür. 7 Ekim'den bu yana 33 Filistinli çocuk açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
Her geçen gün İsrail askerleri tarafından kadın, çocuk, yaşlı, engelli masum siviller, hatta sağlıkçılar, basın mensupları, aktivistler haince hedef alınırken, ‘güvenli bölge’ tanımı da hükmünü yitirmiştir. Dünya bu zulüm ve soykırımın acı yükünü kaldıramayacak düzeye gelmiştir. İnsan olma şerefini duruşuyla, eylemleriyle gösteren dünya halkları, yüz milyonlar, zulme karşı büyük bir güç olarak birleşmişlerdir. 2003 yılında, Filistin işgaline karşı onurlu duruşun sembol isimlerinden biri olan, Amerikan aktivist Rachel Corrie’yi minnetle anıyoruz. Tam 21 yıl sonra, 26 yaşındaki insan hakları aktivisti, vatandaşımız Ayşenur Ezgi Eygi de, geçtiğimiz günlerde, Batı Şeria’da İsrail askerleri tarafından haince hedef alınarak şehit edilmiştir. Buradan Ayşenur’a rahmet, ailesine bir kez daha başsağlığı ve sabırlar diliyoruz. Ayşenur, Rachel Corrie’nin de eylemlerde bulunduğu Uluslararası Dayanışma Hareketi gönüllüsüydü. Rachel’in babası, her iki aile olarak benzer acıları yaşadıklarını ifade etmiş, Ayşenur’un katledilmesinde ilk his olarak hayatlarındaki o boşluğun tekrar açıldığını ve bu olayların devam edeceğine dair öfke taşıdıklarını belirtmiştir. Ve Ayşenur’un ölümüyle ilgili İsrail tarafından yapılan açıklamaları, Rachel’in öldürüldüğü ilk günlerdeki açıklamalara benzer görerek, soruşturmadan uzak, ‘örtbas etme’ manasında olduğunu söylemiştir. Rachel’in ailesi sorumlular için Amerikan hükümetine baskı çağrısında bulunurken, Türk hükümetinden Ayşenur hakkında çok daha fazlası için baskı yapmasını umduğunu dile getirmiştir.
‘Filistindeki haksızlıkları insanlara duyurmam gerek, ölmem işe yarayacaksa öleyim’ diyerek şehadete yürüyen Ayşenur için iktidara çağrıda bulunuyoruz! Mazlumlara sahip çıkmak, vatandaşına sahip çıkmak Türkiye’nin boynunun borcudur. İsrailli keskin nişancıların hedef gözeterek katlettiği kardeşimiz için, öldüren askere ve işgalci İsrail hükümetine karşı atılacak adımların bağımsız ve çok güçlü olarak atılması, hukuki mekanizmaların acilen harekete geçirilerek yargılamaların, cezai yaptırımların sağlanması şarttır, kaçınılmazdır. Aksi takdirde bebek katili işgalci İsrail’in zulmüne ortaklık etmiş olmak, alanını genişletmiş olmak, tarihin vicdanında aklanamayacağımız, Allah’ın huzurunda hesabını veremeyeceğimiz bir kara leke olacaktır.
31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail, Gazze yardım filomuz Mavi Marmara Gemisi’ni hedef alarak uluslararası sularda 10 vatandaşımızı yine şehit etmişti. Türkiye olarak vatandaşlarımız için katil İsrail’e karşı haklı bir hukuk davamız vardı. Ancak AK Parti Hükümeti’nin İsrail’le yaptığı anlaşmayla, İsrail’in suçu kabul etmediği 20 milyon dolarlık bir bağış karşılığında Mavi Marmara davası düşürülmüş oldu. İstanbul Ceza Mahkemesi, İsrail Genel Kurmay Başkanı ve dört sanığın yargılanmasında takipsizlik kararı vermiş oldu.
Mavi Marmara’ya saldırıdan iki hafta önce, Tel Aviv’in gemiye müdahale edeceğini söylediği günlerde ise, İsrail’in OECD ‘Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ üyeliği, Gazze ablukasının en üst seviyede yaşandığı Filistin’e rağmen, AK Parti Hükümeti yönetimindeki Türkiye’nin onayı ile maalesef kabul edilmişti. Bu üyelik, bugün boykot edilmeye çalışılan ve 20 yıl OECD üyeliği bekleyen İsrail’in o dönemki Maliye Bakanı tarafından ‘ekonomik tarihi başarı’ olarak nitelendirilmiştir. Bugünün İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ise sosyal medya hesabından; ‘hayatımın misyonu İsrail topraklarını inşa etmek ve Filistin devletinin kurulmasını engellemektir’ mesajını yayınlamıştır.
İktidara sesleniyoruz! İsrail, bir günde gelmediği bu günkü pozisyonuyla aslında iktidar sahiplerine, mührü elinde bulunduranlara çok şeyler ifade ediyor. Siyonist zihniyetin gerçeklikleri tüm çıplaklığıyla ortada dururken, İsrail’in işgaline güç veren yakıt sevkiyatına geçit vermeyi kesmek için hala neyi bekliyorsunuz? İsrail’e güven olan Malatya Kürecik ve diğer üslerimizi kapatmak için hala neyi bekliyorsunuz?
Her zaman haktan yana, mazlumdan yana olan milletimizin yüreği, vatan savunması yapan, özgürlük mücadelesi veren Filistin halkıyla bir atmaktadır. Batı ile atılan imzalar, ilan edilen stratejik ortaklılar, diplomatik ilişkiler, ‘Çanakkale geçilmez’ ruhu taşıyan Gazze’deki şehitlerin ve gazilerin uğruna vazgeçilmez değildir. Küresel sistem, dilinden barışı, elinden silahı düşürmezken bizler, dünyayı, coğrafyamızı, ülkemizi küresel zalimlerin insafına terk edemeyiz.
Ülkemizin, tarihindeki şerefli misyonunun ve coğrafyasındaki öneminin üzerimize yüklediği sorumluluğu bir kez daha hatırlatıyoruz. Bu zulüm düzeni, mutlaka hüsrana uğrayacaktır. İktidarımızı, tarihin dönemecinde hakkı üstün tutmaya, adil yeni bir dünyanın öncüsü olmaya davet ediyoruz.
Saadet Partisi olarak sesimizi yükseltiyoruz. SAVAŞ DEĞİL, BARIŞ; ÇATIŞMA DEĞİL, DİYALOG; ÇİFTE STANDART DEĞİL, ADALET; ÜSTÜNLÜK DEĞİL, EŞİTLİK; SÖMÜRÜ DEĞİL, İŞ BİRLİĞİ; BASKI VE TAHAKKÜM DEĞİL, İNSAN HAKLARI umdeleriyle merhum liderimiz Necmeddin Erbakan’ın kurduğu D-8 ile Yeni Bir Dünya mutlaka tesis edilecektir. Zulümlerin son bulacağı, barış, refah, esenlik getirecek, Hakka ve adalete dayalı bir sistemin adımları atılmıştır, Saadet Partisi iktidarını beklemektedir. Son nefesine kadar iktidarı uyaran, Filistin şehidi Milletvekilimiz Hasan Bitmez gibi, Irkçı emperyalizme karşı, bu kutlu cephenin vatanımızda her zaman var olacağını ilan ediyor, halkımızı ve tüm kamuoyunu saygıyla selamlıyoruz. Basın mensuplarımıza da katılımlarından dolayı teşekkür ediyoruz.
SAADET PARTİSİ İSTANBUL İL KADIN KOLLARI BAŞKANI
ZEYNEP ŞULE RIDVANOĞLU