HER DOĞRU HER YERDE SÖYLENMEZ! ÖYLEMİ?

Bu art niyetli söylem Niccolo Machiavelli’nin ortaya koyduğu İkiyüzlülük, riyakârlık ve kurnazlığın günümüze taşınan tahripkâr siyaset felsefesinin kardeş fikri niteliğindedir.
Elbette ifade şekli, ifade edilen kadar önemlidir. Öyleki bazı hususlarda doğrunun söyleniş biçimi, söylenen doğrudan daha çok önem arz edebilir. Bu sebeple; "Usul, esasa mukaddemdir." Dillendirme maksadı haktır, tarz ise hakkın dillendirme makamı ve şeklidir. Kabulümüzdür yanlış yöntem; hak gayeyi hakikate ulaştıramaz. Doğrunun usulü de hak olmalıdır.
Ancak bir avuç elitist, ihtiras hastası, makama müptela, düzenbazların, hile ve aldatmacalarının su yüzüne çıkmaması amaçlanarak ata sözü diye millete lanse edilen bu riyakarlık örneği sözle; bilinç altlarına gönderilen mesajlarla Sanki, doğrular usulünce ifade edildiğinde hakikate bir zarar verecekmiş gibi vurgulanıyor.

Ne yazık ki dini değerlerimiz, örf, adet ve ananelerimiz açısından hiçbir düzlemde kabul görmemesi gereken bu art niyetli ifade ile sıkça karşılaşırız. Güya, hakikatin tecellisine olumsuz tesir etmemek ve bütünü koruma adına, bu cümlenin yapıcılığından medet umarız. Ancak bu hayasızca taasubun  muhatapları olan bizler düşünmeyiz ki, kültür iklimimiz ve bu iklimin beslendiği referanslarımız bize susmamız gereken yerde susmayı bildirirken, konuşmamız gerektiği yerde de konuşmayı emreder.  ümmet olmanın düsturu gereği bu minvalde hareket etmemiz önem ihtiva etmektedir. Konuşulacak yerde susmak suretiyle fayda temin etmeyi ve hakikati gölgede bırakacağından, bu usül riyakarlardan başkasına yarar sağlamayacağından, itibar edilen yöntem mekruh sayılır.  Zira amaca ulaşılacak her yolu mubah sayanlar, bizim kültür iklimimizin insanı değil, insanılığın yüz karası menfaat fahişesi bir takım siyasi, bürokrat vs ‘lerdir. Bu milletin sırtına habis ur gibi çökmüş bu elitist zümreyle mukabeleye girişirken usul-ü esasın önünde tutup, sarraf hassasiyetiyle hakkın tecellisinin temini üzere gayret sarf etmeliyiz.

Emr-i bil maruf, nehyi anil münkeri kulluğunun mütemmim bir cüzü, efendimizi Hz. Muhammed (sav)’i kendisimize rol model olarak kabul edip, iktisadi, içtimai ve hatta siyasi hayatımızı da bu düsturla tanzim etmemiz gerekiyor. 

Allah’ın (cc) Habib’i Nur Muhammed Mustafa (s.a.v) ‘me, nüzulü ile “beni bu sûre ihtiyarlattı” dedirten Hut sûresi 112. ayette geçen emrolunduğun gibi dosdoğru ol emri ilahisi, ismet sıfatıyla muttasıf, yani günahsız olan efendimizi etkilediği kadar ümmeti olan biz milleti neden etkilemiyor? Onun (s.a.v)’in ümmeti olma iddiasında olan bizler, efendimizi ihtiyarlatan emrolunduğun gibi dosdoğru ol ayeti celilesi ile her doğru her yerde söylenmez zırvasını nasıl dikkate alarak mazlumu görmezden gelip, zalimin zulmünü örteceğiz?
 Asr suresinde, kurtuluşa erenlerin ancak hakkı tavsiye edenler olacağını bildirildiği halde, usul-ü dairesince ve hulus-i kalp ile batıla karşı hakkı haykıramayacaksak, mahkeme-i Kübra’da mizan terazisi kurulduğunda kimden medet umacağız?

Ebedi olmayan ve mutlaka bildiklerimizden mesul tutulacağımız, hesap gününün varlığına iman ettiğimiz bu dünyada, İslami hayatın ölçüsü bellidir. İcra edildiğine şahit olduğunuz yanlışı elinizle düzeltin, buna gücünüz yetmiyorsa dilinizle düzeltin, onada gücünüz yetmiyorsa imanın en zayıf noktası olarak, kalben buğz edin. Bundan da imtina edenlerin kalbinde hardal tanesi kadar iman emaresi yoktur diye bildirilen bizler, bu şeytani hileye alet olup haksızlık karşısında susarsak, kimin şefaatine müracaat edeceğiz?

Doğruyu ifade etmemiz, biz farkında olmasak da bize göredir. Bununla birlikte ifade etmenin her halükarda bir faydası olacaktır. Zira ifade ettiğimiz doğru mutlak ise muhatabımızı, değil ise bizi bir yanlıştan kurtarır. Öyle ise mutmain olmak isteyen her iki taraf da samimiyetten zerre miskal taviz vermemelidir.

Adaletine susanıldığından, adını her an özlemle  zikrettiğimiz Hz. Ömer, İslam ümmetinin halifesi yani devlet başkanıdır. Hz. Ömer’i bu günlere taşıyan birçok vasfının yanısıra onu öne çıkaran en mümeyyiz vasfı, yönetimini üstlendiği insanlar tarafından sorgulanmaya ve bu suretle bilgi vermeye her daim ve her mekânda açık olmasıdır. Zaman zaman ashabı kiram tarafından edep sınırlarını zorlayan sorulara da muhatap olan o büyük halife, değil tepki göstermek, bilakis bu tür sorgulamaları teşvik etmesiyle bilinir. Bir hutbe iradı sırasında “Emir-el müminin olarak beni dinleyip itaat edecek misiniz” diye soran Hz. Ömer’e “hayır ya Ömer ganimetten bize düşen kumaş parçası ile biz bir gömlek diktiremez iken sen o sırtındaki gömleği nasıl diktirdin” diye soran sahabeye, ben İslam ümmetinin halifesiyim ve yalnız Allah’a hesap veririm demiyor. Çünkü biliyor ki orada bulunan cemaatine ve yönetiminde bulunduğu halkına hesap veremez ise Allah’a hiç hesap veremeyecek. Peki, ne yapıyor? Bir işareti ile oğlu Abdullah’ın cevap vermesini istiyor. Oğlu Abdullah “ganimetten bana düşen payı babama verdim. Bu suretle babam kendine bir gömlek diktirebildi” deyince, tatmin olan sahabe, başta ismen hitap ettiği halifeye bu kez devlet başkanı sıfatıyla hitap ediyor ve “evet ya emir-el müminin şimdi seni dinler ve itaat ederiz” diye mukabelede bulunuyor. 

Peygamber metodudur bu.
Sorgulanabilir bir yönetim,
Sorgulama neticesinde gizlenmekten beraat eden bir doğru ve inandığı bir doğruyu zaman ve mekân ayırmadan her yerde ifade edebilen bir cemaat…

Araştırmacı/Yazar
Memet Raşit KILIÇ

YORUM EKLE